22 Kasım 2010 Pazartesi

toolbox

"kimsin ki sen" diye sordu, tuhaf tuhaf bakıyordu suratıma. hazır değildim, bir sürü soruya cevap verebilirdim ama bunu gerçekten beklemiyordum. cevap olarak onun bakışını yapıştırdım suratıma, onun suratına, aramızdaki duvarlara, saçıma başıma.. yapış yapış olduk, artık her taraf "kim" olmanın tuhaf örtüleriyle kaplıydı, açık yeşilden yumuşacık dokunmuş örtüler...

bir zamandır dünyayla aramdaki bağı koparmak için ince bir battaniye yetiyor bana, çekiyorum kafama bu sıcak reddiyeyi, genellikle sızan ışığın aydınlatmaya yettiği bir kitabı da kucağıma yaslayıp öylece ayrılıyorum her şeyden. bu kadar kolay bir yaşamak bulduğum için herhalde, çok zamandır başka bir şey yapmıyorum dünyayla... vedalaşmak çok kolay, yokluğa karışmak hiç canın yanmadan, kafana cinler kaçmadan uyuyakalmak, rüyanda bir kitabın hikâyelerini okumaya devam etmek. bence bu da bir yaşamak.

15 Ocak 2010 Cuma

the boulevard of broken english

bütün şarkılar birbirine girmiş durumda.. isimleri, sözleri, melodileri, çağırdıkları, susturdukları ve diğerleri... omuzlarınla ruhun arasında bir hissediş farkı kalmayınca, elinin üstündeki bir çatlağa ya da saçının ucundaki kırıklara bakıp bunları birbirinden farksız mutsuzluk suretleri olarak görmeyi başarınca şarkılara da söyleyecek bir şey bırakmamış oluyorsun. mutlaka o yüzden yaşanıyor bu karışıklık, evet. ve bir şarkının da dediği gibi "it comes in waves".. bizim vakamızda "it"in kastettikleri çok farklı sadece. "this is what 'it' is..." diyen başka bi şarkıyla açıklanabilir bir it. it: "this mess we're in", tanımı da yapılabilir. ya da şemsiyemi verebileceğiniz itin ta kendisi de olabilir. "i'm a rain dog, too" çünkü.

böyle bir açıklık, böyle bir ferahlık içimdeki. her şey o kadar harika ki...

12 Ocak 2010 Salı

kaydı yayınla / şimdi kaydet.. ya da tamam hadi kayıt listesine geri dön.. çünkü bu çok saçma

burada birikmiş "yayınlanmamış kayıtlar"ı da görünce emin oldum, baya kıdemli bir draftçıya dönüşmüşüm.. her şey yarım.. bitmemiş köşe yazılarından bir notepad'e kopyalanıp bırakılmış blog yorumlarına kadar her şey yarım.. "eli kalem tutan" olmanın o kalemin sapını ısırıp durmaktan daha fazlasını gerektirdiğini fark etsem artık keşke, kelimeleri çiğnemesem, yutmasam. ve de keşke şimdi biliyor olsam bu yazıyı böylece terk etmeyeceğimi...

niye yazdığını unutmakla ilgili bu. niçin yazıyodum ben? ne anlatıyodum bu kadar zamandır? bana ne öğretiyodu kendi cümlelerim, nelerden kurtarıyordu? kendini yalanlamak, gerçekliğini kaybetmek konusunda kelimeler de istisna değil, onların da iyice sefilleştiği zamanlar var işte.. sanki yeni  fark etmişim gibi meseleyi buna bağlayayım bari. süper bir keşif yapmış olayım. olay olsun ki yazı yayınlansın. böylesi daha olayıma geliyor.

bu değildi... söylemek istediğim, ne kadar çok susmak istediğimdi.