14 Ocak 2013 Pazartesi


geçen yıl boyunca bir şekilde katılamadığım toplaşmalar için...

1 Haziran 2012 Cuma

heads will roll

gecenin bir saati ofisten çıkıyorum. inleyen bir rüzgar, selam, titriyorum. hırkam elimde, üstüme geçirmeye halim yok. bedensel bir yorgunluk mu bu? alakası yok, kolumu kaldırabilirim, kaldırıp bir yerlere vurabilirim, havada defalarca çevirip yanağıma patlatabilirim, verdiği acıyla ağlaya ağlaya saatlerce yürüyebilirim.
iyi değilim ama bu bedenimle ya da rüzgarla ilgili bir sorun değil, hayır. gerçekten üşüyorum. daha çok da gerçeklikten.

geçmesin bu titreme. sıcağın uyuşukluğuna sığınasım yok. dişlerim çarpmasın diye birbirine kenetli. sokak lambasının aydınlatmaya yetmediği basamaklardan, ay ışığının aydınlatmaya yetmediği düşüncelerimi dolayarak ayaklarıma, iniyorum. arabaya yürürken tek bir fikrim var bundan sonrasıyla ilgili. kontağı çevireyim, müzik çalsın, yol aksın, ama farları yakmayayım. aklımdaki en parlak fikrin bile karanlıktan beslendiği türden bir gece bu.

arabaya biniyorum, kontağı çeviriyorum, kingdom of rust kaldığı yerden çalmaya başlıyor, farları yakmıyorum. kafamın ucunda bi yerde birazdan gireceğim tem, geceleri temi kullanma özgürlüğüne kavuşan tırların hız kutlamaları ve kutlamanın en can alıcı noktasında pastadan çıkan, tali yoldan önlerine atlayan ben. sürpriiuubamm! tüm depresifliğime rağmen birazcık eğlenmiş olabilirim bunu düşünürken, ama bak çok az!

daha eğlencelisi oluyor. daha sokağın ucuna gelmeden bir çift göz parlıyor yolda, belli ki benim kadar dertlenmemiş, farlarını yakmaya üşenmemiş bir kedi bu. ödüm kopuyor... ya çarpsaydım? tüm bu salaklığın ortasında bir de kedi ezseydim? fren. bir nefes al. farları yak. şarkıyı değiştir. "off with your head, dance 'til you're dead, heads will roll, heads will roll, heads will roll on the floor!" hedırol, hedıroll...


11 Şubat 2012 Cumartesi

the something rain


the something rain, yeni tindersticks albümünün ismi. içi dolu dolu bir something, gürültülü ve olması gerekenden şiddetli bir rain. son iki yılda kaybedilmiş insanların anısına yazılmış, öyle diyor stu, "ama ağıt falan değil"miş. "it's to them. but it's for us. we are still drinking, laughing, crying, fighting, fucking, making our music. they wouldn't have wanted it any other way."

albümün yayınlanan ilk kaydı medicine'dı ve devamını fena halde beklemeye değer hale getirmişti benim için. sadece iki gündür dinliyorum ama evet, beklediğim şeylerin bir kısmını bulmuş durumdayım. özellikle ilk 6 şarkı başımı döndürecek kadar güzel tınlıyor kulağımda. belki diğer üçü için de bir şeyler içsem olacak. evet, süper olacak.

21 Ağustos 2011 Pazar

böyle olaydı iyiydi..


bu fotoğrafı taşınma yazısından bikaç gün sonra buldum ve bütün tom waits'ler gibi buna da vuruldum. çaresiz.

10 Ağustos 2011 Çarşamba

buraya bazen alışmak gerek

yeni bir ev burası.. evet, kendime söylerken bile garipsiyorum ama iki gün içinde oldu bitti.. taşındık.

benim için hep özeldi taşınmalarım. toparlanırken dört bi yandan fırlayan eskilerin hayreti, sevgisi, acısı, ve ne olursa olsun onları hatırlamanın mutluluğu vardı hep. bu defa öyle olmadı. eve dört tane adam girdi, onlara hiçbi şey söylemeyen fotoğraf albümlerini, cd'leri, ziggy'nin uyuduğu yerleri, yarısında terk edilmiş içki şişelerini, "ah ne güzeldi bu, hep proje günleri giyerdim" demedikleri ayakkabıları ve sonu gelmez defterleri, mektupları, o meşhur "tozlu raflar"ı paketleyip çıktılar. en son, evin odalarını dolaşırken az önce gelen "hadi sizi bekliyoruz" telefonu yüzünden sadece açık kalmış pencere var mı diye bakıyordum, "bu odada neler olmuştu", "tuğbek'le burada nasıl sarılıp ağlamıştık" diye düşünmek isteyen yanım bu son taşınmada sanki o evde kalacak gibiydi. kalmamış ama. canım benim.

şimdi, bu yeni evde, buzdolabını açtığımda başkasının kirazlarını çalıyomuşum gibi hissettiğim bu yeni biçimde mutsuzum. mutsuz olduğum için de iyiyim. tek sebebi, o evde unutmayışım kendimi. buradayım. buradayım ve acıyo.

merhaba yeni ev. seni sevmiyorum.

20 Haziran 2011 Pazartesi

görüşürüz hakan...

ay yavaş yavaş küçülüyordu, rakı şişesi de öyle. o gece orada, giderek kararan mehtabın altında demlenen dört orta yaşlı, hayatlarının en renkli zamanlarına dokunmuş bir güzel insanı uğurluyodu kendi bildikleri yoldan.

önce "piya hakan"dı o, sonra peyote'nin ta kendisi oldu, bize güzel müzik dinlemeyi öğretenlerdendi, tanıdığım herkesin biraz aşık olduğu biriydi. ve öyle bir gitti ki, sanırım hepimiz ona biraz aşık kalacağız. hakan'ın hayatlarımızdaki yeri değişmeyecek, sadece ismi geçtiğinde çalan şarkılar daha hüzünlü olacak. peyote'den her çıkışımızda hâlâ "görüşürüz hakan" diyor olacağız.

15 haziran'da ay tutuldu, ya da bizim anlamak istediğimiz şekliyle, hakan ayın tepesine oturmuş sigarasını tüttürüyordu. ve bu gerçekten güzel bir manzaraydı.

29 Nisan 2011 Cuma

keşke burda olsaydım

buralar benimdi eskiden.. güldüğümü, ağladığımı, soluksuz kaldığımı, baştan yarattığımı kendimi, hatırlıyorum. hatırlamak çok kıymetli -ve çok aldatıcı, hatırladıkça içimdeki boşluğa bişiler dolduruyorum. benim hatırlamadığım nası olup da komşunun cıstaklarıyla baş başa kaldığım.... ben varım, puri var, ses var sevmediğim, klavye var, sessizlik var, hiçbi şeyi duymamak var, bi de poly jean. seni seviyorum pj. sen varsın... ben yokum.