16 Ağustos 2009 Pazar

everyday is..

ah, tarihlerin peşinde koşamayacağım.. gün, ay, yıl veremeyeceğim... ama bu blogun başladığı vakitlerden bugüne kadarki zaman geçiyor kafamdan. "everyday is like sunday"in kocaman bir gündelik hayat standardı olduğu, her şeylerin neşeliymiş gibi görünen bir hüzünle aktığı, hayatıma oyungezer'in yavaş yavaş çakılmaya başladığı bir vakitteydim. bu kadar önemli olacağını hiç bilememiştim.

"everyday is like sunday"i bu blogun en sık hatırlayacağım cümlesi olarak seçerken aklımda tembelliğim vardı, umursamamak, bilememek, armageddon'u çağırmak ve yuvarlanmanın tadını çıkartmaktı hepsi. fakat zamanla "everyday is like sunday"e iki tarihsel kategori daha eklendi. bunlar sırasıynan, "i love you more than life" ve "mother, i can feel, the soil falling over my head" oldular.

artık pazarlar eskisi gibi bol değil. pazar tadındaki cumartesiler, perşembeler falan nadiren geliyor, gece yarısı olmadan da balkabağına dönüşüyorlar. boş geçirdiğim günlerin hesabı ya ertesi gün ya da ertesi ayın sayfalarında ödeniyor mutlaka. sonuç olarak pazarlar bu blogun sırtını yasladığı o pazarlar değil artık. ve hatta şairin de dediği gibi "i'm leaving monday, it's better than sunday"..

6 Ağustos 2009 Perşembe

meşhur gümüş ay

sabahın beşi, ağustosun da.. yazıyorum, çünkü iyi miyim değil miyim bilmek istiyorum. perdeler uçuyor, hava serin, oda sessiz, bir şarkı hariç. seviyorum bu odayı, bu müziği, bu geceyi, sessizliğin böyle bir sesin içinde yaşayabilmesini, bıraktığı tuhaf tadı, ayaklarımı kıpırdatmasını, kocaman bir ay altında büyülenmeyi, büyülü seslerin peşinde sürüklenmeyi.

yüzünü hiç göremedim ama biliyorum, karşımdaki cohen'di. bir dizinin üstüne çökmüş, şapkasını aya siper etmiş, inanılmaz bir sesle inanılmaz şeyler söylüyordu, hepsine inandım, gerçekti. açıkhava sahnesi dünyadan ayrılmıştı, başka ve dokunulmamış bir gezegendi artık kendi başına. dance me to the end of love başladığında kimse farkındaymış gibi görünmüyordu olacakların, birbirine manalı manalı bakıp gülümseyenler yoktu henüz ama ilk yarı bittiğinde hep birlikte fark ettik, artık dünyada değildik. her şarkıda biraz daha yaklaşmışız aya meğerse, dünya biraz daha arkada kalmış, ne güzel. şehirdekiler ne gördü o sırada bilmiyorum, gittiğimizi anladılar mı, açıkhava sahnesinden kalan boşluğa derhal bir otopark yaptılar mı, cohen'in bir sonraki konseri için bileti olanlar iksv gişelerine yığıldılar mı.. yoksa beklediler mi, nasılsa döneceğimiz çok mu belliydi..

soran olsa, aç kalacağımızı bile bile "yemeğe beklemeyin" derdik, "biz artık burada yaşayacağız". öyle umarsak belki konser hiç bitmezdi çünkü. cohen dans ederek, kendi çevresinde dönerek, hoplayıp zıplayarak sahneyi sadece birkaç dakikalığına terk eder ve sonra her alkışta geri dönerdi belki. ama zaten kimse sormadı ve zaten sadece üç saatti.

biz aya dokunup geri döndük, yanımızda lili marlene vardı.