sabahın beşi, ağustosun da.. yazıyorum, çünkü iyi miyim değil miyim bilmek istiyorum. perdeler uçuyor, hava serin, oda sessiz, bir şarkı hariç. seviyorum bu odayı, bu müziği, bu geceyi, sessizliğin böyle bir sesin içinde yaşayabilmesini, bıraktığı tuhaf tadı, ayaklarımı kıpırdatmasını, kocaman bir ay altında büyülenmeyi, büyülü seslerin peşinde sürüklenmeyi.
yüzünü hiç göremedim ama biliyorum, karşımdaki cohen'di. bir dizinin üstüne çökmüş, şapkasını aya siper etmiş, inanılmaz bir sesle inanılmaz şeyler söylüyordu, hepsine inandım, gerçekti. açıkhava sahnesi dünyadan ayrılmıştı, başka ve dokunulmamış bir gezegendi artık kendi başına. dance me to the end of love başladığında kimse farkındaymış gibi görünmüyordu olacakların, birbirine manalı manalı bakıp gülümseyenler yoktu henüz ama ilk yarı bittiğinde hep birlikte fark ettik, artık dünyada değildik. her şarkıda biraz daha yaklaşmışız aya meğerse, dünya biraz daha arkada kalmış, ne güzel. şehirdekiler ne gördü o sırada bilmiyorum, gittiğimizi anladılar mı, açıkhava sahnesinden kalan boşluğa derhal bir otopark yaptılar mı, cohen'in bir sonraki konseri için bileti olanlar iksv gişelerine yığıldılar mı.. yoksa beklediler mi, nasılsa döneceğimiz çok mu belliydi..
soran olsa, aç kalacağımızı bile bile "yemeğe beklemeyin" derdik, "biz artık burada yaşayacağız". öyle umarsak belki konser hiç bitmezdi çünkü. cohen dans ederek, kendi çevresinde dönerek, hoplayıp zıplayarak sahneyi sadece birkaç dakikalığına terk eder ve sonra her alkışta geri dönerdi belki. ama zaten kimse sormadı ve zaten sadece üç saatti.
biz aya dokunup geri döndük, yanımızda lili marlene vardı.
6 Ağustos 2009 Perşembe
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
1 yorum:
leonard cohen'i anlatmak hakikaten zor.. aya dokunmak en yakın kelimeler olsa gerek.. eline sağlık, pek güzel olmuş yazı...
Yorum Gönder