21 Ağustos 2011 Pazar
böyle olaydı iyiydi..
bu fotoğrafı taşınma yazısından bikaç gün sonra buldum ve bütün tom waits'ler gibi buna da vuruldum. çaresiz.
10 Ağustos 2011 Çarşamba
buraya bazen alışmak gerek
yeni bir ev burası.. evet, kendime söylerken bile garipsiyorum ama iki gün içinde oldu bitti.. taşındık.
benim için hep özeldi taşınmalarım. toparlanırken dört bi yandan fırlayan eskilerin hayreti, sevgisi, acısı, ve ne olursa olsun onları hatırlamanın mutluluğu vardı hep. bu defa öyle olmadı. eve dört tane adam girdi, onlara hiçbi şey söylemeyen fotoğraf albümlerini, cd'leri, ziggy'nin uyuduğu yerleri, yarısında terk edilmiş içki şişelerini, "ah ne güzeldi bu, hep proje günleri giyerdim" demedikleri ayakkabıları ve sonu gelmez defterleri, mektupları, o meşhur "tozlu raflar"ı paketleyip çıktılar. en son, evin odalarını dolaşırken az önce gelen "hadi sizi bekliyoruz" telefonu yüzünden sadece açık kalmış pencere var mı diye bakıyordum, "bu odada neler olmuştu", "tuğbek'le burada nasıl sarılıp ağlamıştık" diye düşünmek isteyen yanım bu son taşınmada sanki o evde kalacak gibiydi. kalmamış ama. canım benim.
şimdi, bu yeni evde, buzdolabını açtığımda başkasının kirazlarını çalıyomuşum gibi hissettiğim bu yeni biçimde mutsuzum. mutsuz olduğum için de iyiyim. tek sebebi, o evde unutmayışım kendimi. buradayım. buradayım ve acıyo.
merhaba yeni ev. seni sevmiyorum.
benim için hep özeldi taşınmalarım. toparlanırken dört bi yandan fırlayan eskilerin hayreti, sevgisi, acısı, ve ne olursa olsun onları hatırlamanın mutluluğu vardı hep. bu defa öyle olmadı. eve dört tane adam girdi, onlara hiçbi şey söylemeyen fotoğraf albümlerini, cd'leri, ziggy'nin uyuduğu yerleri, yarısında terk edilmiş içki şişelerini, "ah ne güzeldi bu, hep proje günleri giyerdim" demedikleri ayakkabıları ve sonu gelmez defterleri, mektupları, o meşhur "tozlu raflar"ı paketleyip çıktılar. en son, evin odalarını dolaşırken az önce gelen "hadi sizi bekliyoruz" telefonu yüzünden sadece açık kalmış pencere var mı diye bakıyordum, "bu odada neler olmuştu", "tuğbek'le burada nasıl sarılıp ağlamıştık" diye düşünmek isteyen yanım bu son taşınmada sanki o evde kalacak gibiydi. kalmamış ama. canım benim.
şimdi, bu yeni evde, buzdolabını açtığımda başkasının kirazlarını çalıyomuşum gibi hissettiğim bu yeni biçimde mutsuzum. mutsuz olduğum için de iyiyim. tek sebebi, o evde unutmayışım kendimi. buradayım. buradayım ve acıyo.
merhaba yeni ev. seni sevmiyorum.
20 Haziran 2011 Pazartesi
görüşürüz hakan...
ay yavaş yavaş küçülüyordu, rakı şişesi de öyle. o gece orada, giderek kararan mehtabın altında demlenen dört orta yaşlı, hayatlarının en renkli zamanlarına dokunmuş bir güzel insanı uğurluyodu kendi bildikleri yoldan.
önce "piya hakan"dı o, sonra peyote'nin ta kendisi oldu, bize güzel müzik dinlemeyi öğretenlerdendi, tanıdığım herkesin biraz aşık olduğu biriydi. ve öyle bir gitti ki, sanırım hepimiz ona biraz aşık kalacağız. hakan'ın hayatlarımızdaki yeri değişmeyecek, sadece ismi geçtiğinde çalan şarkılar daha hüzünlü olacak. peyote'den her çıkışımızda hâlâ "görüşürüz hakan" diyor olacağız.
15 haziran'da ay tutuldu, ya da bizim anlamak istediğimiz şekliyle, hakan ayın tepesine oturmuş sigarasını tüttürüyordu. ve bu gerçekten güzel bir manzaraydı.
önce "piya hakan"dı o, sonra peyote'nin ta kendisi oldu, bize güzel müzik dinlemeyi öğretenlerdendi, tanıdığım herkesin biraz aşık olduğu biriydi. ve öyle bir gitti ki, sanırım hepimiz ona biraz aşık kalacağız. hakan'ın hayatlarımızdaki yeri değişmeyecek, sadece ismi geçtiğinde çalan şarkılar daha hüzünlü olacak. peyote'den her çıkışımızda hâlâ "görüşürüz hakan" diyor olacağız.
15 haziran'da ay tutuldu, ya da bizim anlamak istediğimiz şekliyle, hakan ayın tepesine oturmuş sigarasını tüttürüyordu. ve bu gerçekten güzel bir manzaraydı.
29 Nisan 2011 Cuma
keşke burda olsaydım
buralar benimdi eskiden.. güldüğümü, ağladığımı, soluksuz kaldığımı, baştan yarattığımı kendimi, hatırlıyorum. hatırlamak çok kıymetli -ve çok aldatıcı, hatırladıkça içimdeki boşluğa bişiler dolduruyorum. benim hatırlamadığım nası olup da komşunun cıstaklarıyla baş başa kaldığım.... ben varım, puri var, ses var sevmediğim, klavye var, sessizlik var, hiçbi şeyi duymamak var, bi de poly jean. seni seviyorum pj. sen varsın... ben yokum.
27 Mart 2011 Pazar
blogger terk
selam.. kimse kaldı mı burada bilmiyorum, kimbilir ne zamandır ışıklar kapalı, blogda havasızlığın kokusu.
önce bi perdeleri aralamak lazım, balkon kapısını açalım, koltukların üstündeki eski çarşafları kaldıralım. nefes alsın mekân, verdiğim selamı cevaplasın. ama çok da abartmayalım, temizliğe falan girişmeyelim örneğin, neticede tekrar buraya taşınıyor değilim. görüyosun elim kolum boş hâlâ, valizler dolusu kelime getirmedim. yok hayır çok kalamayacağım, çünkü uzunca bir süredir mikro yollardan blogluyorum, her twitçinin en az bir kez dediği gibi; "artık kısa cümleler kuruyorum".
kısa yazmak, çabucak söylemek çok cazip. içine yapışıp ağırlaşma fırsatı bulamıyor o cümleler, söyleyip geçtikçe ferahlıyosun, öyle gibi geliyor en azından. ama işte "söyleyip geçmek" kısmı da içime sinmiyor ki benim. bir hastalıktan kurtulmaya çalışır gibi, kalan son enerjimi son çareme harcar gibi yazmanın yerini tutmuyor bu.
sadece blogger'ı boşlamak değil bahsettiğim, uzun yazıları hepten bıraktım. ayda bir kez dergide rüya tamirleri yapmak, eh, sayılır mı bilmiyorum. o yazılarda hep kalın bir aysonuserpili'nin duvarına yazıyorum çünkü, başka ruh halleri o kalın duvarı aşıp da yerleşemiyor yazıya.
kaç karakterde duracağımı hiç hesaplamadan, içindekileri boşalttıkça derinleşen sihirli bir boçadan çeke çeke, kim topliycak bunları demeden ortalığa döke döke yazmayı pek özlemiyorum belki ama hâlâ seviyorum. genellikle uzaktan, ama bazen de böyle gelip dirseğine dokunaraktan.
önce bi perdeleri aralamak lazım, balkon kapısını açalım, koltukların üstündeki eski çarşafları kaldıralım. nefes alsın mekân, verdiğim selamı cevaplasın. ama çok da abartmayalım, temizliğe falan girişmeyelim örneğin, neticede tekrar buraya taşınıyor değilim. görüyosun elim kolum boş hâlâ, valizler dolusu kelime getirmedim. yok hayır çok kalamayacağım, çünkü uzunca bir süredir mikro yollardan blogluyorum, her twitçinin en az bir kez dediği gibi; "artık kısa cümleler kuruyorum".
kısa yazmak, çabucak söylemek çok cazip. içine yapışıp ağırlaşma fırsatı bulamıyor o cümleler, söyleyip geçtikçe ferahlıyosun, öyle gibi geliyor en azından. ama işte "söyleyip geçmek" kısmı da içime sinmiyor ki benim. bir hastalıktan kurtulmaya çalışır gibi, kalan son enerjimi son çareme harcar gibi yazmanın yerini tutmuyor bu.
sadece blogger'ı boşlamak değil bahsettiğim, uzun yazıları hepten bıraktım. ayda bir kez dergide rüya tamirleri yapmak, eh, sayılır mı bilmiyorum. o yazılarda hep kalın bir aysonuserpili'nin duvarına yazıyorum çünkü, başka ruh halleri o kalın duvarı aşıp da yerleşemiyor yazıya.
kaç karakterde duracağımı hiç hesaplamadan, içindekileri boşalttıkça derinleşen sihirli bir boçadan çeke çeke, kim topliycak bunları demeden ortalığa döke döke yazmayı pek özlemiyorum belki ama hâlâ seviyorum. genellikle uzaktan, ama bazen de böyle gelip dirseğine dokunaraktan.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)